NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
أَبُو بَكْرِ
بْنُ أَبِي
شَيْبَةَ
حَدَّثَنَا
وَكِيعٌ
حَدَّثَنَا
سُفْيَانُ
عَنْ خَالِدٍ
عَنْ أَبِي
قِلَابَةَ عَنْ
أَبِي
الْأَشْعَثِ
الصَّنْعَانِيِّ
عَنْ
عُبَادَةَ
بْنِ
الصَّامِتِ
عَنْ النَّبِيِّ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
بِهَذَا
الْخَبَرِ
يَزِيدُ
وَيَنْقُصُ
وَزَادَ
قَالَ
فَإِذَا
اخْتَلَفَتْ
هَذِهِ
الْأَصْنَافُ
فَبِيعُوا
كَيْفَ شِئْتُمْ
إِذَا كَانَ
يَدًا بِيَدٍ
Ebû Kılâbe, Ebu'l-Eş'as
es-San'anî'den, o da Ubâde b. es-Sâmit vasıtasıyla Rasûlullah (s.a.v.)'dan bu
(önceki 3349.) haberi hem biraz fazlasıyla hem de daha kısa olarak rivayet
etmiştir.
Ebû Kılâbe
(rivayetinde), Hz. Nebi (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu ilâve etmiştir:
"Bu çeşitler
değişik olduğunda, peşin olursa istediğiniz şekilde (eşit veya farklı olarak)
satınız."
İzah:
Bu rivayet öncekinin
biraz değişik şeklidir. Onun için önce yukarıdaki hadiste açıklanması gereken
noktalara işaret edeceğiz. Sonra da bu babın hadislerinin ihtiva ettiği fıkhî
hükümleri ele alacağız.
"Külçe olsun sikke
olsun" diye terceme ettiğimiz kelimeler ve karşılıkları şunlardır:
"Tibr":
Darbedilmemiş, para haline sokulmamış külçedir. Bu, altm da gümüş de olabilir.
Tercemedeki, "külçe olsun, sikke olsun" cümlesi, hem altın hem de
gümüş için geçerlidir.
"Ayn": Para
(sarı lira veya gümüş para) haline getirilmiş altın ve gümüş paradır.
"Müdy":
Hattâbî'nin belirttiğine göre, Suriye ve Mısır havalisinde kullanılan bir
ölçeğin adıdır. 22,5.sa' kadardır.
Hz. Nebi (s.a.v.) bu
hadiste de, ribevî mallar olarak bilinen altı çeşit malın birbirleriyle ancak
eşit olarak satılabileceğini, ama cinsler değişik olursa (altına karşılık gümüş
gibi) peşin olmak şartıyla fazla olarak değişmenin de caiz olduğunu
bildirmiştir.
Müslim'in bir
rivayetinde bu malların birbirleri ile ancak peşin ve eşit miktarda oldukları
takdirde satılabileceği beyan edilmektedir. Yine Müslim'in bir rivayetine göre,
Ubâde (r.a)'nin bu hadisi haber vermesine sebep Hz. Mu-âviye'nin bir savaşta
ganimet olarak aldığı bir gümüş kabın satılmasını emretmiş olmasıdır.
Hadiste altı çeşit mal
sözkonusu edilmiştir. Bunlar ikisi para (altın-gümüş) diğerleri de yiyecek
cinsindedir. Bu durum, hadisi hem "sarf" hem de faizle alâkalı
kılmaktadır. Şimdi biz yukarıda da belirttiğimiz gibi önce "sarf
"'dan ana hatları ile bahsedeceğiz sonra da, faizin cereyan ettiği mallara
geçeceğiz.
Sarf: Sözlükte bozmak,
değiştirmek demektir. Fıkıh ıstılahında alım satım akdinin çeşitlerinden birisidir.
Kitabu'l-Bey'in başında ifade edildiği gibi, "Parayı para mukabilinde
satmak" şeklinde tarif edilir. Bugünkü ifade ile para bozdurmak demektir.
Birbirleri mukabilinde
satılan paraların aynı cinsten veya değişik cinsten olmaları, akdi sarf akdi olmaktan
çıkarmaz. Altını altınla veya altını gümüşle satmak sarftır.
İslâm hukukunda iki
çeşit paradan bahsedilir:
a) Allah'ın para olmak
üzere yarattığı, insanların değiştirmeleri mümkün olmayan para. Bunlar altın
ve gümüştür. Altının darbedilip para haline getirilmiş haline
"dinar", gümüşünkine "dirhem" denilir. Bunlara
"nükûd" ismi verilir. Altın ve gümüş paralarda hiçbir yabancı madde
yoksa buna "nakdi hâlis", içerisinde bakır vs. gibi yabancı madde
bulunur fakat altın ve gümüş daha fazla olursa; "mağlûbu gış",
karışık olur da yabancı madde daha fazla olursa buna da "galibi gış"
denilir.
b) Para olmak üzere
yaratılmayan ve insanların verdikleri itibarî değerle para olma vasfını
kazananlar. Bunlar içerisinde hiç altın ve gümüş bulunmayan bakır, nikel veya
kâğıttan imal edilen paralardır. Bu paralara "züyüf" veya
"fülûs" denilir.
Bu paralar piyasada
revaçda oldukları müddetçe nükûd hükmündedir-ler, ama kesada uğrarlarsa bir
eşya durumuna düşerler.
Eskiden, genelde
mübadele aracı olarak kullanılan altm ve gümüş olduğu için, bunların dışındaki
maddelerden yapılan şeylerin "nükûd" sayılıp sayılamayacağı âlimler
arasında ihtilaflıdır.
İbn Kudânıe, el-Muğnî
adındaki eserinde, çoğu yabancı madde olup içerisinde az bir altın veya gümüş
bulunan sikkelerin alım satım akdinde kullanılıp kullanılmayacağında farklı
görüşler olduğunu söyler,
Hanefî mezhebine göre
"fülûs" denilen, altın ve gümüş haricindeki bu maddeler piyasada
revaçta olduklarında aynen nükûd hükmündedirler ve alım satımlarda değişim aracı
olarak kullanılabilirler. Ancak henüz satın alınan malın bedeli ödenmeden
tedavülden kalkarlarsa, yapılan akid Ebû Hanîfe'-ye göre hükümsüz olur. Ebû
Yusuf'a göre, alışveriş sahihtir. Müşterinin; bu paranın alım satım akdi olduğu
zamanki, Muhammed'e göre ise tedavülden kalktığı zamanki alım gücü karşılığını
Ödemesi gerekir.
Sarf denildiği zaman;
para olduklarını şeriatın tayin ettiği ve bunda hiç kimsenin ihtilâf etmediği
altının altın, gümüşün gümüş ve altının gümüşle değişimi akla gelir. Bunların
sikkeli veya külçe olmaları arasında fark yoktur.
Sarfın caiz olması için
şu şartların bulunması gerekir:
1- Taraflar bir arada
bulunup, icab ve kabulde bulunmalıdırlar.
2- Taraflar,
birbirlerinden bedenen ayrılmadan önce bedelleri alıp vermeli (kabzetmeli)
dirler. Hanefî, Şafiî ve Hanbelîlere göre akit yapılır yapılmaz bedellerin
teslim tesellümü şart değildir. Taraflar birbirlerinden bedenen ayrılmadıkça
kabz caizdir. Mâlikîlere göre, akit yapılır yapılmaz kabz
gerçekleştirilmelidir.
3- Alışveriş peşin olmalı
ve taraflardan birisi için muhayyerlik şart ko-şulmamalıdır.
4- Bedellerin aynı
cinsten olmaları halinde, kaliteleri farklı bile olsa ağırlıkları eşit
olmalıdır. Meselâ, 10 gramlık 24 ayar altın karşılığında, 22 ayar altın
alınacaksa, ancak 10 gram alınabilir, fazlasına veya eksiğine değiştirilemez.
Bedellerin ayrı olması
halinde, mikdarda eşitlik şart değildir; ama aynı mecliste peşin olarak teslim
tesellüm gerçekleşmelidir. Hadisin son rivayetinde de bu durum açıkça
görülmektedir.
Altın ve gümüşün
dışındaki maddelerden yapılan paraların birbirleri ile değişimi sarfın içinde
mütalaa edilmemektedir. Dolayısıyla bunlar peşin olarak birbirleri ile
değiştirildiğinde aralarında eşitliğin bulunması şart değildir. İmam A'zam'la
Ebû Yusuf bu görüştedir. İmam Muhammed'e göre ise, eşitlik şarttır.
Mübadele aracı olmakta,
altın ve gümüşün hemen hemen değerini kaybedip, kağıt paraların yaygınlaştığı
zamanımız şartlarında yukarıdaki hükmün iyi değerlendirilmesi gerekir, İmam
Muhammed'in görüşü günümüz için daha geçerli olsa gerek.
Hadis-i şeriflerde
sarfın yanı sıra kendilerinde ribâ (faiz) cereyan eden mallar da sayılmıştır.
Şimdi biraz da bu konu üzerinde duralım:
3333 numaralı hadiste
faiz yemenin kötülüğü, 3334 numaralı hadiste de faizin kaldırıldığı
belirtilmişti. Biz o hadisleri izah ederken, faizin hükmünü ve kötülüğünü
anlatmaya çalışmış, fakat faizle ilgili teknik bilgilere girmemiştik. Burada
kısaca faizin teknik yönü üzerinde duracağız.
Faizin karşılığı
"ribâ"dır. Mezhepler arasında ribânm illetinin nelerden ibaret olduğu
ihtilaflı olduğu için, ribânın tarifinde de bazı farklar görülebilir. Ama, İbn
Kudâme'nin şu tarifi, tüm tarifleri bünyesinde toplayacak tarzdadır:
"Ribâ, belirli bazı şeylerdeki fazlalıktır."
Hanefî ulemasının ribâ
(faiz) tarifleri de şöyledir: "Veznî veya keyîî olan bir malı, aynı
cinsten olan daha fazlası ile değişmektir." Bu tarif, (Ribâl) fazl"ın
tarifidir. Bir de "ribe' nesîe" vardır ki o da şöyle tarif edilir:
"Cinsleri aynı veya muhtelif olan keylî (ölçekle alınıp satılan), veznî
(tartı ile alınıp satılan), ziraî (uzunluk ölçüleri ile alınıp satılan) ve
adedî (tane ile alınıp satılan) olma konusunda aynı olan iki şeyden birisini
diğerine karşılık veresiye olarak mübadele etmektir."
Demek oluyor ki ribâ,
"fazl" ve "nesîe" olmak üzere iki çeşittir. Tariflerden
anlaşıldığı üzere, ribâ-i fazl; ribâya konu olan malların birbirleri ile peşin
olarak fakat birisi fazla olmak üzere değiştirilmesidir. Bir ölçek buğdayı
peşin olarak iki ölçek buğday karşılığında satmak gibi.
Ribâ-i nesîe d,,;
ribâya konu olan mallan aynı cinsleriyle (buğdayla buğday gibi) veya başka
cinsleri ile (buğdayla hurma gibi) veresiye olarak değiştirmekdir. Malların
miktarları eşit bile olsa, veresiye satıldıkları için bu faizdir.
Hem ribâ-i fazl hem.de
ribâ-i nesîenin haram olduğunda bütün mücte-hid âlimler müttefiktir. Üzerinde
durduğumuz hadisler de bu hükme ışık tutmaktadırlar.
İbn Abbas, Üsâme b.
Zeyd ve Zeyd b. Erkâm'm, ribânın sadece nesîe-de olduğu görüşünde oldukları
rivayet edilmiştir. İbn Abbas'ın bu görüşünden döndüğü de nakledilir. Buharî
ve Müslim gibi sahih hadis kitaplarında bu zâtların görüşleri istikametinde
hadisler vardır. Meselâ Buharî ve Müslim'deki bir hadiste, Rasülullah'ın,
"faiz ancak nesîededîr" buyurduğu rivayet edilir.
Fethu'l-Bârî'de, ribâ-i
fazlın haram olduğuna işaret eden hadislerle, haram olmadığına işaret eden
hadislerin arasım te'lifde âlimlerin ihtilâf halinde oldukları belirtilir.
Bazıları, ribâ-i fazlın'haram olmadığına işaret eden hadislerin mensuh
olduklarını söyler. Ancak Askalânî bunu uygun bulmamakta ve, "İhtimalle
nesh sabit olmaz" demekte, başka te'Iif usulleri göstermektedir.
Müctehid imamlar ve
onların mezheplerine tabi olan âlimler, hem ribâ-i fazl hem de ribâ-i nesîenin
haram olduğunda hemfikirdirler. Ancak ribâ illetinin ne olduğunda, yani hangi
tür mallarda faizin cereyan ettiğinde ihtilâf etmişlerdir.
Kendilerinde ribânın
tahakkuk ettiği nasla sabit olan mallar, bu babda-ki hadislerde konu edilen
altı çeşit maldır. Yani altın, gümüş, buğday, arpa, hurma ve tuzdur. Bu
mallarda bazı ortak yönler vardır. Meselâ, altın ve gümüş; para, diğerleri
gıda maddesidir. Ayrıca altın ve gümüş veznî, diğerleri keylîdirler. Müctehid
imamlar yukarıdaki maddelerdeki benzerlikleri ve bunlardaki ribâ illetini
farklı değerlendirmişler ve hangi tür mallarda faizin cereyan ettiğinde
ihtilâfa düşmüşlerdir. Bu konuda on kadar görüş zikredilir. Bunların
meşhurları:
a) Zahirîlere göre
faiz, sadece hadiste anılan bu altı çeşit maddede olur. Başkalarında olmaz.
b) Mâlikîlere göre ribâ
illeti; semeniyyet (para olma) ve yiyecek maddelerinin azık olarak
saklanabilir olmaları ve bunların beslenme için yeterli bulunmalarıdır.
Yiyecek cinsindeki bu illet, ribâ-i fazla aittir. Ribâ-i nesîe için bir malın
sadece gıda maddesi olması yeterlidir.
Buna göre Mâlikîlerde;
parada ve buğday gibi depolanabilen ve insanın yaşayabilmesi için yeterli olan
gıda maddelerinde hem ribâ-i fazl hem de ribâ-i nesîe cereyan eder. Yani bu
mallan, birbirleri ile eşit de olsalar veresiye satmak caiz olmadığı gibi,
peşin veya veresiye olarak mikdarları farklı biçimde satmak da caiz değildir.
Her türlü yiyecek maddesinin beslenme için yeterli olmasa da birbirleriyle
veresiye olarak satılmaları da ribâ-i nesîedir.
Mâliki mezhebine göre,
para ve gıda maddelerinin dışındaki mallarda faiz sözkonusu değildir.
c) Hanbelîlere göre
faizin illeti vezn ve keyldir. Yani tartı ve ölçekle alınıp satılan tüm
mallarda (ister gıda maddesi olsun ister başka mallar) faiz caridir. Yumurta ve
karpuz gibi sayıyla satılan mallarla ise faiz sözkonusu olmaz.
d) Şâfiîlere göre ribâ
illeti, semeniyyet ve gıda maddesi olmaktır. Yani altın ve gümüş ile yiyecek
maddelerinin tümünde faiz caridir. Şâfiîlerde ribâ-i nesîe, sadece faize konu
olan mallarda cari olur. .
e) Hanefîlere göre
faizin illeti, ribâ-i fazlda cins ile kadrdir. Yani malların aynı cinsten ve
veznî ya da keylî olmalarıdır. Buna göre ölçü ve tartı ile satılan mallar hangi
cinsten olurlarsa olsunlar birbirleri ile değiştirildiğinde "şit olmazlarsa
bu ribâ-i fazldır. Mesela, bir ölçek buğdayı iki ölçek buğdaya satmak faiz
olduğu gibi; bir ton demiri, bir buçuk ton demir karşılığında satmak da
faizdir. Ama bir ölçek buğdayı iki ölçek arpaya mukabil satmak faiz olmaz. Yine
bir karpuzu iki karpuza karşılık peşin satmak faiz olmaz. Çünkü karpuz veznî ve
keylî değildir.
Ribâ-i nesîe için,
yukarıdaki illetlerden sadece birisi kâfidir. Yani ne türden olursa olsun aynı
cinsten olan malları birbirleri ile veresiye satmak faizdir. Malların veznî veya
keylî olması şart değildir. Meselâ, bir ölçek buğdayı yine bir ölçek buğday
karşılığında veresiye satmak faiz olduğu gibi, bir karpuzu bir karpuz
karşılığında veresiye olarak satmak da faizdir. Aynı şekilde veznî veya keylî
olan malları, cinsleri aynı olmasa bile birbirleri ile veresiye satmak da
ribâ-i nesîeye girer. Meselâ, buğdayı veresiye olarak arpa mukabilinde satmak
bu kabildendir.
Görüldüğü gibi, faizin
illetini tayin konusunda âlimler arasında görülen bu ihtilâf tamamen hadiste
sayılan maddelerin özelliklerini değerlendirmedeki farklılıklardan
kaynaklanmaktadır.
Bu izahlardan sonra,
yukarıdaki hadis-i şeriflerin de ışığı altında konuyu toparlarsak şöyle bir
sonuca varabiliriz:
Mallar, genelde (mezheplerin
farklı görüşlerine göre) ribevî (faize konu) olan ve ribevî olmayan (faize
konu olmayan) mallar olmak üzere ikiye ayrılır:
I- Faize konu olan
(ribevî) malların satışı;
1) Birbirleri mukabilinde
olur. Buğdayı buğday, altım altın karşılığı satmak gibi. Bu da;
a) Peşin olabilir. Bu
durumda her iki bedel de eşit olmalıdır. Aksi halde ribâ-i fazl olur.
b) Veresiye olursa
-bedeller ister eşit olsun, ister farklı- ribâ-i nesîe olur. Bir ölçek buğdayı
bir veya iki ölçek buğday karşılığında veresiye olarak satmak ribâ-i nesîedir.
Dolayısıyla caiz olmaz.
2) Buğdayı arpa veya
altını gümüş karşılığında satmakta olduğu gibi, başka cinsler karşılığında
olabilir. Bu tür satış;
a) Eğer peşin olursa,
ister bedeller eşit olsun, ister farklı caizdir, faiz olmaz. Bir ölçek buğdayı
iki ölçek arpa karşılığında satmak gibi.
Ancak İmam Mâlik, arpa
ile buğdayı aynı cinsten sayar. Onun için bu iki maddenin birbirleri ile peşin
olarak satışında da ona göre eşitlik gözetilmelidir.
b) Veresiye olursa
bedeller ister eşit olsun ister farklı olsun ribâ-i nesîe olur. Meselâ, bir
ölçek buğdayı bir veya iki ölçek arpa karşılığında veresiye olarak satmak
ribâ-i nesîedir.
II- Ribevî olmayan
(Hanefî ve Hanbelîlere göre keylî ve veznî olmayan; Şâfiîlere göre, para ve
gıda maddesi; Mâlikîlere göre de para ve dayanıklı gıda maddesi olmayan)
malların ise;
a) Birbirleri ile peşin
olarak satılması halinde, ister eşit olsun ister farklı, hiçbir mahzur söz
konusu değildir. Veresiye satılmaları ise Hanefîlere göre ribâ-i nesîedir.
Şâfiîlerde ribâ-i nesîe sadece ribevî mallarda; Mâlikîlerde de, gıda
maddelerinde cereyan eder.
b) Başka cinslerle
satımında, ister peşin olsun is^er veresiye her türlü satış caizdir.
Aslında sarf ve faiz
konularının bu kadarcık bir çerçeve içerisinde bütün detayları ile anlatılması
mümkün değildir. Biz sadece ana hatlarına temas ettik. Geniş bilgi edinmek
isteyenler fıkıh kitaplarına müracaat etmelidirler.